Prof. Dr. Durugönül Arkeolojiyi Değerlendirdi
Bir çok medeniyete ev sahipliği yapan Mersin, arkeolojik açıdan zengin eserleri bünyesinde barındırıyor. Öyle ki, Kızkalesi, Korikos Kalesi, Cennet-Cehennem, Kanlı Divane, Adam Kayalar, Uzuncaburç, Üç Güzeller Mozaiği gibi bilenen tarihi eserlerin yanı sıra var olan ancak tanınmayan sayısız tarihi eser de kentte yer alıyor.
Mersinin tarihi zenginliği başta olmak üzere arkeolojik yapıları, turizm hamlesi içinde arkeolojik mekanların yeri, Kızkalesinin yeri gibi pek çok konuyu Üniversitemiz Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Serra Durugönül ile konuştuk. Prof. Dr. Durugönül, son dönemde müzelerde meydana gelen olayları da masaya yatırdı.
Mersinin tarihi zenginliğini nasıl buluyorsunuz?
Prof. Dr. Serra Durugönül: Mersin, tarihsel yani kronolojik açıdan çok zengin. Kentin tarihi İ.Ö. 7 bin yılına kadar dayanıyor. Koyun türünün ilk defa Yumuktepede evcilleştirildiğini biliyoruz. Yani kentin tarihi Prehistorik dönemlerden başlıyor, Neolitik döneme kadar gidiyor. Tarih, Hititler, Persler, Yunanlılar, Romalılar, Bizanslılar ve İslami döneme kadar kesintisiz devam ediyor. Kent tarihi hem kronolojik olarak, hem de tür olarak geriye gidiyor. Kentte, mimari, heykel, seramik, sikke gibi türler zengin bir şekilde bulunuyor. Coğrafi olarak sınırlarını çizdiğimiz zaman ise, bölgenin çok geniş olduğunu görüyoruz. Sınırlar doğuda İskenderun Körfezinden başlıyor ve Alanyaya kadar devam ediyor. Kuzeyde sınırı Toros dağları oluşturuyor. Bölgeye Antik Kilikia Bölgesi deniliyor.
Mersinde yakın zamanda bir turizm hamlesi başlatıldı. Arkeolojik mekanların bu hamledeki yeri nedir? Bu konuda neler yapılmalıdır?
Prof. Dr. Serra Durugönül: Başlatılan, gerçekten çok gecikmiş bir turizm hamlesidir. Mersin, 1970li yıllarda turizm değil sanayi bölgesi olarak ilan edilmiş. Bu durum, 1970li yıllardan bu yana özellikle eski eserlerin ihmal edilmesini beraberinde getirmiş. 40 yıldır bu bölgede arkeoloji adına çok az şey yapılmış. Arkeoloji için az şey yapılması, turizm için de az şey yapılmış olması anlamına geliyor. Çünkü turistler çok farklı taleplerle geliyor. Kimisi, kumsalda güneşlenmeyi tercih ediyor, büyük çoğunluğu ise arkeolojik mekanları gezip görmeyi tercih ediyor. Arkeoloji ve turizm anlayışı, Avrupada özellikle 1800lü yıllara gidiyor. Arkeoloji Avrupada bilim olarak 18. yüzyılın sonunda kabul edilmiş, bizde ise 20. yüzyılda bir bilim dalı olabildi.
Arkeoloji ile turizm ilişkisini iyi kurmak gerekiyor. Arkeolojik verileri iyi değerlendirmek, tarihi mekanları restore edip turistlere açmak tek başına yeterli olmuyor. Çünkü insanlar sadece eski eserleri görmeye gelmiyor. Turizm için yatak kapasitesini ama daha önemlisi kaliteyi yükseltmek gerekiyor. Bugün Mersin ve civarında bir yabancı turistin gönül rahatlığıyla kalabileceği tesis sayısı Kızkalesinde bir tane, Kızkalesinden batıya doğru gittiğinizde ise iki ya da üç tanedir.
Mersinin bir simgesi haline gelen Kızkalesi sizce hak ettiği yerde mi?
Prof. Dr. Serra Durugönül: Maalesef arkeolojik açıdan da, turizm açısından da olması gerektiği yerde değil. Ben Kızkalesinde 2003 yılından bu yana bir araştırma yürütüyorum. Burada belediyelere çok büyük görevler düşüyor. Kızkalesinde toprak üzerindeki yapıların tahribata uğramadan çizimlerinin yapılması, kağıt üstüne geçirilmesi yani envanterinin çıkarılması ve sit alanlarında aksaklıkları ele alarak korumalarını sağlıyoruz.
Mersinde tüm arkeolojik mekanlar kayıt altında mı? Arkeoloji Topluluğunun antik yerleşimler için başlattığı proje hangi aşamada?
Prof. Dr. Serra Durugönül: Bir çok ören yerimiz kayıt altında değil. Şimdi Valiliğin başlattığı bir çalışmaya öncülük yapıyoruz. Çalışma, bölgenin kültür envanterinin çıkarılmasını kapsıyor. Daha önce yapılmış olan sit alanı belirlemelerinin bir kitap haline getirilmesi üzerinde çalışıyoruz. Kitabımız hazır durumda diyebiliriz. Çalışmanın sonraki aşaması, henüz kayıt altına alınamamış eserlerin Mersin Müzesi tarafından kayıt altına alınmasını sağlamak ve eserleri kitaplaştırmak. Ama kayıt altına alınmamış çok yer var. Örneğin Uzuncaburç, Kızkalesi gibi bilinen mekanlar kayıt altında. Bu yerlerin yüzey araştırmasını yürütüyoruz. Çalışmamızın amacı en ücra dağ köşelerine kadar giderek kayıt altında olmayan ören yerlerinin tespitini yapmak.
Türkiyede genellikle kazıya önem veriliyor. Toprak üzerinde olanlar kayıt altına alınmamış, çizimleri yapılmamış ve koruma altına alınmamışsa, toprak altından başkalarını çıkartmak mirasımıza sahip çıkmak anlamına gelmiiyor. Önce var olanı korumak için yüzey araştırması yapmalıyız.
Arkeoloji Topluluğu Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Ümit Aydınoğlu önderliğinde çok önemli adımlar atıldı. Önce öğrencilerimize arkeolojinin ne olduğunu anlatıyor, bilinçlenmelerini sağlıyoruz. Bunu yapalım ki, arkeoloji bilincini topluma yayalım. Yrd. Doç. Dr. Aydınoğlu başkanlığında ören yerlerinde temizlik yapılıyor. Sinap Kalesinde belediye desteğinde bir temizlik yapıldı. Turistler ören yerlerinde yanlış bilgilerle dolu, kötü durumdaki tabelalarla karşılaşıyorlar. Proje kapsamında, tabelalardaki bilgileri yeniledik. Malzemelerin de yenilenmesi için müracaat ettik ve bu bilgileri de toplu halde Valiliğe sunduk.
Yaptığınız çalışmalar hakkında bilgi alabilir miyiz?
Prof. Dr. Serra Durugönül: Başkanlığımda, Kızkalesi Yüzey Araştırma Projesini yürütüyoruz. Kızkalesi sadece bilinen merkezden ibaret değil. Çalışma alanımız, Ayaş Merdivenli Kuyudan başlıyor ve Cennet-Cehenneme kadar olan arazide sürdürülüyor. Üst sınırı da Hüseyinler Köyü oluşturuyor. Bu alanda yüzey araştırması yapıyoruz. Merkezde bulunan bir tapınak üzerinde çalışıyoruz. Burası Uzuncaburçtaki tapınak kadar büyük.
Doç. Dr. Emel Erten yaklaşık beş yıldır, Olba Antik Kenti Yüzey Araştırmasını sürdürüyor. Burası Uzuncaburçun 4 km doğusunda yer alıyor. Çok önemli bir antik kent. Su köprüsü, su çeşmesi tamamen ayakta duruyor. Burada kayıt altında olmayanlar, kayıt altına alınıyor. Yrd. Doç. Dr. Murat Durukan, bölgenin mezarları ile ilgili bir araştırma yapıyor. Çalışmanın konusunu ölü kültü oluşturuyor. İnsanların ölülerini gömme şekilleri araştırılıyor. Yrd. Doç. Dr. Ümit Aydınoğlu, Erdemli-Silifke arasındaki tarım üretimi yani işliklerle ilgili bir çalışma yürütüyor. Dört projeye de Üniversitemiz Bilimsel Araştırma Projeleri Birimimiz destek veriyor.
Siz, yaptığınız kazılardaki taşınabilir eserleri müzelere teslim ediyorsunuz, ancak son günlerde basından öğrendiğimiz kadarıyla müzeler yeterince koruma altında değil, sizce neler yapılmalı?
Prof. Dr. Serra Durugönül: Hep eğitim eğitim diyoruz. Tabi müzede görevli müdürler, müdür yardımcıları, arkeolog kadrosundakiler eğitimli. Son zamanlarda yaşananlar eğitimin tek çare olmadığını gösteriyor. Bu, tamamen ahlaki bir durum. Umarım bu konudaki suçlamalardan meslektaşlarımız aklanırlar. Çünkü insan meslektaşının böyle bir şey yapmış olabileceğini kabul edemiyor. Kişi ya da kişiler aklanmadığı takdirde oturup ciddi bir şekilde dünya mirasını yeterince koruyamıyoruz diye düşünmemiz gerekiyor.
Tarihi eserler, bize dünya tarafından teslim edilmiş bir zenginlik. Avrupalılarla konuştuğumuz zaman en eğitimsiz insanı bile size Arkeolojik değerler bizlerin yani Avrupanın kültürünün temelidir diyorlar. Aslında düşünecek olursak, durum öyle değil. Örneğin Almanlar Germen ırkından, kuzeyden gelen bir ırk. Yunan ırkı ile hiçbir alakaları yok fakat sonradan edinilmek istenen bir kültür tabanı var. O kadar eskiye gidiyor ki Yunan kültürü. Oysa bir Germen kültürü o kadar eski değil. Kendilerine eski bir kültür edinebilmek için böyle bir mitoloji yaratmışlar. Bunu da en eğitimsiz insanlarına bile öğretmişler. Biz ise bu toprakların üzerinde oturduğumuz halde benim kültürüm değil deyip hor kullanıyoruz. Tarihi eserlerimize sahip çıkmıyoruz. Batılılar eski kültür varlıklarının ellerinde olması için her şeyi verirlerdi. Fakat bir müdürümüzün adı böyle şeylere karışıyorsa, bu durum gerçekten çok düşündürücüdür. Yabancıların bize her şeyi söyleme hakkı doğuyor. Biz ise Bu değerleri sizin kadar iyi koruyoruz, biz de sizler kadar kaliteli yayın yapabiliyoruz diye mücadele veriyoruz. Ancak böyle olayların yaşanması bütün gayretlerimizi de sıfıra indiriyor.
Türkiyede tarihi eser kaçakçılığını engellemek için alınan önlemler yeterli midir? Gelişmiş ülkelerin bu konudaki yasal düzenlemeleri neler?
Prof. Dr. Serra Durugönül: Bugün topraklarında bizdeki gibi Prehistorik dönemden Osmanlı dönemine kadar tarihi eser bulundurmayan ülkeler, müzelerini bizlerden oraya götürdükleriyle kurdu. Yani bugün Londrada British Museum, Berlin Bergama Müzesi bu duruma örnektir. Bergama Müzesi, Bergamadan; Newyork Metropolitin Müzesi ise Türkiyeden götürülenlerle dolduruldu. Yabancıların eski eserlerini koruma gibi bir sıkıntıları yok. Zaten onlar bizden gidenlerle kurulmuşlar. Sormamız gereken İtalya, Yunanistan gibi eski eser açısından çok zengin ülkeler ne yapıyorlar? Artık 20. yüzyılda Yunanistan, İtalya ve Avrupaya kaçırılanların sayısı, Türkiyeden kaçırılanlar kadar yüksek değil. Çünkü bu ülkeler bilinçli ve koruma önlemleri çok sıkı. Örneğin Türkiyede öğrenciler gruplar halinde müzeye giriyor, heykellere dokunuyorlar. Burada her türlü kaza olabilir. Biz, bu gibi şeylerde bile önlem alamadık.
Türkiyede özel koleksiyonculuk yasak edilmeli. Varlıklı insanlarımız bir hobi geliştirdi. Evlerinde eski eser bulunduruyorlar. Bu kişilere en yakın müzeden bir defter veriliyor. Aynı defter müzede de oluyor. Kişi her edindiği eski eseri kendi defterine işletiyor ve müzeye de işleniyor. Böylelikle eserler kayıt altında olduğu için koleksiyonculuk yasal görülüyor. Ancak kaçakçılar mallarını satabileceği insanların olması nedeniyle her zaman kaçak kazı yapacaklardır. Yani koleksiyoneller, kaçak kazıyı desteklemiş oluyorlar. Kaçak kazı ile elde edinilen eski eserler koleksiyonculara getiriliyor. Tarihi eser alıcı bulamazsa bu piyasa biraz daha duracaktır.
Eserlerin yurt dışına kaçırılmaması için de gümrük memurlarına, liman görevlilerine büyük görevler düşüyor. Batı ülkelerinden kaçak getirilen eserlerin antikacılarda yasal olarak satıldığını biliyoruz. Avrupa müzelerinde eski eserlerin korunması konusunda da hiçbir sıkıntı yok. Yani çok iyi güvenlik tedbirleri alınmış, Avrupa ve Amerikada müze müdürleri de profesör düzeyinde. Bunu, hiçbir meslektaşımı yaralamak için söylemiyorum ama dört yıllık arkeoloji eğitimi müze müdürlüğü için bazen yeterli gelmiyor. Yüksek lisans, doktora hatta profesör düzeyindeki insanların müze müdürü olması belki eski eserlerin değerini daha iyi anlamalarına yardımcı oluyor. Profesör düzeyine gelmiş bir insan mesleğini özümsemiş demektir. Avrupada, müze müdürleri de düzenli olarak yayın yapmak zorundalar. Türkiyede meslektaşlarımız dört yılda edindiği ya da edinemediği bilgiyle müzede görev yapıyor. Burada yayın yapmadığı için tamamen köreliyor. Türkiyede yayın yapan müzecilerin sayısı çok değil. Türkiyede yayın yapan bir müzeci yabancı bir bilim adamının adının yanına kendi adını sırf yayın olsun diye yazdırıyor, yabancı bilim adamı da o müzeden yayın yapma hakkını bir şekilde kazanmış oluyor. Böylelikle istemediğimiz bir alışveriş gerçekleşiyor.
Eğitimli değil, çok eğitimli insanları işbaşına getirmek gerekiyor. Aynı şekilde biz kazı alanını terk ettikten sonra belediyelerin çok suistimali oluyor. Biz yüzey araştırması ve kazı çalışması yaparken en çok belediyelerle iletişim içindeyiz. Mesela Bozyazıda kazı yaptık orada belediyenin desteğini gördük. Belediyeler sürekli o alana daha çok destek olmalı ve korumalıdır.
Kızkalesinde bir rant meselesi var. İnsanlar sit alanını dahi zorluyor. Sit alanına dahi inşaat yapma tehlikesi bulunuyor. Bu konuda belediyeler çok hassas olmalı. Yani antik kentleri yakıp yıkıyoruz. Ondan sonra bir restoran açılıyor. İsmini de Korikos restoran koyuyoruz. Yani antik kentin adını kullanmayı biliyoruz ancak yavaş yavaş o kenti yok ediyoruz. Geriye antik kentin bir tek adı kalacak. Belediyelerde de çok çok eğitimli insanlar olmalı. Türkiyede, yürütücü pozisyonlarda olan insanların üniversite mezunu olması gerekiyor.
Kültürel mirasımıza toplumsal anlamda sahip çıkabiliyor muyuz? Bu bilince sahip miyiz? Ya da bu bilinci oluşturmak için neler yapmalıyız?
Prof. Dr. Serra Durugönül: Toplumsal açıdan çok zayıfız. Ören yerlerinin hemen yanında yaşayan vatandaşlarımız, bulduğu her mezarın, yapının içini ahır olarak ya da tarım ürünlerini depoladığı bir alan olarak kullanıyor. Demek ki yeterince bilinçli değiller. Biz kazı yaptığımızda, yanımıza yaklaşan her vatandaşımız ile zaman geçirmekten kaçınmıyoruz. Halkla iç içe olmaya özen gösteriyoruz. Davet edildiğimiz hiçbir konferanstan kaçınmıyoruz. Hatta Arkeoloji Topluluğunun bir projesi olarak, yetiştirdiğimiz öğrencileri liselere gönderiyoruz. Liselerde veya ilköğretimde konferanslar veriyorlar. Ama önce öğretmenlerimizin bilinçlenmesi lazım. Öğretmenler öğrencileri müzeye getiriyor ama çocuklara bir şey anlatamıyor. Öğrenci heykellerin çıplaklığını merak ediyor. Öğretmen ise Yürü çocuğum yürü ayıp diyor. Çıplaklığın eski çağdaki anlamını öğretmen bilmiyorsa müzeye de gelmenin çok anlamı kalmıyor. İnsan bilmediği bir şeye de sahip çıkamıyor.
- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Prof. Dr. Serra Durugönül: 1998 yılından beri Rektörlüğe bağlı Kilikia Arkeolojisini Araştırma Merkezinin Olba adına bir yayını var. Yani iki yılda bir çıkması, uluslararası bir editörler kurulunun bulunması, hakemli olması, her makalenin özetinin yabancı dilde olması gibi kriterleri tamamen yerine getiren bilimsel, süreli bir dergi. İngilterede Oxbo kataloglarına giriyor. Bunun dışında Avrupanın bir çok üniversitesiyle değişim yapabilecek kalitede. Almanyada bir kütüphaneye çıkan sayımızı gönderiyoruz, onlar da iki yüz yıldır çıkan AA dergileri bize gönderiyor. Bir çok dergi ile değişim yapabilen Olbanın 13üncü sayısını çıkardık. Ve 12nci sayısı itibariyle TÜBİTAK Ulakbim Sosyal Bilgiler Veri Tabanına taranır konuma geldi. Bu, dergiye, elektronik ortamda herkesin ulaşabilmesi ve yaygın hale gelmesi anlamına geliyor. Rektörümüz Prof. Dr. Uğur Orala teşekkür etmek istiyorum. Sayın Prof. Dr. Oral, bize maddi ve manevi çok büyük destek verdi.
Röportaj: Uzm. Ayla Yunusoğlu/Fotoğraflar: Aynil Pişkin
- Basın ve Halkla İlişkiler Bürosu